7 Ocak 2014 Salı

İkaros Cafe...

İkaros, atinalı mimar Daidalos'un oğludur.. Belki de bir güneş tanrısı. 'Güneşe fazla yaklaşma, kanatların erir ve uçamazsın' dedi babası İkaros'a... O da unuttu; önce balmumu kanatları, sonra kendisi denize karıştı. Bruegel bu olayı resmeder; o çağda buğday toplamak neyse mit de odur. Bruegel'in İkaros'un düşüşü adlı tablosunda, bir tanrının denize karışmasına kimse aldırmamıştır... Bir diğer ressam Henri Matisse ise, daha minimalist çizgilerle anlatmıştır... İkaros'u resmeden bir de İkaros Cafe vardır Ankara-Kızılayda. Burası; felsefe,tarih,mitoloji sunumlarından, oyun tunuvalarından tutun da öğrenciler için ygs sınavlarına kadar her türlü etkinliği yapar. Çok sıcak bir yer, çünkü bu cafe oraya misafir olanların izler bırakabildiği bir cafe. Duvarlarına yazılmış anılar olsun, panolarındaki ilginç notlar olsun, insanların kendi geleneklerini oluşturduğu bir nevi popüler dinselliğini* yarattığı kendine özgü bir mekan. Ben her gittiğimde o gün yapılmış tatlılardan birini yemeyi, bazen bahçe kısmında nargile içmeyi çok seviyorum. Bence herkes uğramalı; tatlı çalışanlar ve bu sıcak ortama.. Popüler dinsellik: gündelik hayatta, insanların sık gelip geçtiği yerlerde bırakılan ortak izler. örneğin bazı şehirlerdeki köprülere kilit takıp, sevgililerin ayrılmamasını dilemek... İkaros cafe'de ise bu tarz ilginç gelenekler var... Örneğin, herkesin sigara kutularını kullanarak yazmış olduğu notlar... Aynı zamanda sergi gibi, gidince görebilirsiniz! Konur sok. No: 51 /1-2 (Binanın içinde, giriş kat, soldaki yeşil kapı) 06420 Çankaya, Ankara

11 Haziran 2012 Pazartesi

aşk nedir?

biri bana aşk nedir diye sorsa söyleyecek sadece bir kaç cümlem var. Kendisine iyi davranılması, var olduğunu başkasının söylemiyle farketmesi. Aşk sosyal psikolojide işlenmesi gereken diğer sosyal psikoloji alt başlıkları kadar gereksizdir. İnsana duyulan aşk, bencilliğin kendisidir. Çünkü orada birini çok sevmiyorsunuz, ondan haz duyma peşindesiniz. Var olmanızı kendiniz sağlayamıyorsunuz. Karşılıklı duyulan ilgi hoşunuza gidiyor hem de çok. Platonik aşkta ise 'sahip olamama' gibi bir doyumsuzluk içindesiniz. Siz aşkı dünya zevki sanan aptallar hobbes'un düşüncelerini doğrulayanlarsınız. Aşk acısı nedir? Size duyulan ilgi kesildiğinde o kadar kin duyarsınızki bu kinin oluşturduğu yorgunluktan kurtulmak için hala sevdiğinizi düşünürsünüz. Aslolan şey ise sizi pohpohlayacak her hangi bir gerizekalının kalmayışıdır.

10 Haziran 2012 Pazar

bir acı daha geldi içime bir karabasan gibi. ne oluyor anlamıyorum. bu ben miyim? tanıyamıyorum. ne zaman göz kapaklarıma yorgunluk çökmüştü benim, ne zaman bakışlarım daha güvenilmezdi... Korktum insanların içinde ilk defa. Daha önce de memnun değildim fakat ilk defa korktum. çünkü insanların arasında çok kararsızdım. Nasıl davranmam gerek fikrim yoktu. Onun çaresizliği başkalarında kararsızlık haline geldi. Gece uykusuzluk, uykuda kabus. Tüm olanları unutmak istiyordum. Keşke hiç yaşamasaydımlarda dilimdeydi. Biri, bir şeyi hiç yaşamamışsa üzüntüsü geçicidir belki bir heves veya bir acaba gibidir. Fakat eğer onu yaşamışsan unutmak çok daha zor. Anılar, gündelik yaşamdan anıya dönüşmüşse zormuş. Anıları düşünürken umutlanmak, anı olanın geçmişte olduğu bilgisini hatırlayınca hayal kırıklıklarına dökülüyor. işte bu yüzden tamamen unutmayı isterdim. buna çalıştım. bastırdığımı sandım içime. onları geri çıkarıp yüzleşmeye meyilli olduğumda kırıklıklarımla örülen duvardan geçemez oldum.Kendime yabancılaşmışım. 'Bir insan sevdiği birini kaybedince,içinde kırk mum yanarmış. Öyle bir canı yanarmışki,yaşama sevincini kaybedermiş. Her geçen gün mumlardan bir tanesi sönermiş. Otuzdokuzu söner ama bir tanesi hep yanarmış içinde. Esen en küçük bir rüzgar bile o mum alevini coşturur,hareketlendirir ve insanın canını yakmaya yetermiş' diyorlar ya. o tek mum içimde söndüremeden kaldı işte. daha önce sevdiğimin elinden tutan ellerime baktım bomboştular, içime baktım acıyı duvarlar hapsetmiştiler, kalbime baktım kırıktı, gözlerime baktım güvensizdi. dudaklarıma baktım suskundu. Ne yapmalıyım? Nasıl? Bu soruların cevabı ne olursa olsun yetersizdi. Ben kendi içime yabancılaştım, işte tek bunun nedenini buldum. Çünkü ben içimde başka birini daha yaşatıyorum. Her gün büyütüyorum onu.

31 Mart 2012 Cumartesi

Teker Teker

bir daha asla mutlu olamayacağını bilmek.. çok kötü değil mi? düşünsene... bir daha asla mutlu olamayacaksın. her gün geçmiş günlerin gelecek hayallerini kuracaksın kafanda; ama hepsi güneye kaçan kıştan kaçan gurbet kuşları gibi. güneşe kaçıyorlar. sen kıştasın. çok soğuksun. aslında sadece soğuk görünüyorsun. çünkü sen güneye uçan, sana son kez bakan bir kuşa aşıksın. o kaçarken, bir sonraki yılı düşünmek bile istemiyorsun. biliyorsun çünkü.. diğer bir sürü kuşun arasında onu asla bir daha bulamayacaksın. binlerce birbirine benzeyen kuşla kamufle olmuş o ... ona bir daha asla erişemeyeceksin. kuş dünyanın bir yerlerinde dönüyor nasıl olsa.. fakat güneyleri değişecek hep tabii.. bir yere bağlı kalmak da birine bağlanmak gibi çünkü. kandırmacalar yağar gökten kar yerine. beyazdırlar kar yerine. göremezsin belki işte bu yüzden hiç mutlu olamayacaksın... peki sorsana mutsuzlukla yaşıyorsan yaşama daha iyi... fakat biliyor musun? kış güneye kaçanlardan birini hiç yok etmedi. kış, güneyin ir gün kuzey olacağını hiç unutmadı... kuşlar gelin! hepinize bakacağım teker teker... taki benim kuşumu bulana dek... ah yaprak ağlayan kuşum... nelerdesin?

25 Eylül 2011 Pazar

Havada kanatlanıp uçtuğumu sanarken, meğer düşüyormuşum.
Düştüğüm yer bir nehirdi.
Nehir hep akıyordu.
İçine daldığımda bir sürü balık vardı.
Ve sen de oradaydın.
Sana durmadan haykırıyordum.
hep bir şeyler anlatmaya çalışıyordum.
Hep ağlıyordum.
Hep üzgündüm.
Seni çok seviyordum.
Hatta seni o kadar çok seviyormuşum ki,
düştüğüm yerin akan bir nehir olduğunu unutmuştum.
Gözyaşlarımın suyla örtüleceğini unutmuşum.
Ve unutmuşum; su da sesin yayılmadığını;
Anlattığım onca şeyin boşluğu karıştığını.
Hatta seni sevmekten farketmemişim bile;
Boğulup kumların arasına karıştığımı...

1 Eylül 2011 Perşembe

??

Her sey kendiligi gibi her sey sıkıcı ve zor.sen disardasin ben icerde.ben goruyorum sen hissediyorsun.hava,kisiye ozel;soguk ve kasvetli.hayatlarimiz yagmur gibi.bazenn bulutlara saklanmis denizin gozz yaslari ,bazen topragin ruhlari.hepimiz baslayan ve biten satirlarin olusturdugu kurgudan ibaret degil miyiz?hayatimizi satirlarin anlattiklarinin basrolundeki kahramanlara ozenmekle geciririz.kimse bilmez mi ki hepimiz kendi hayat kitabimizin bas karakterleriyiz...anlamayarak bakan gozlerin, bilincsizce yazilan sozlerin haksizca olusturulan sezgilerin icindeki bizler.hepimiz yakinda son satira gelmeyecek miyiz? Silinen ama hissedilen duygularin cumlelerinde bitecek olan sizler.
gec demek icin biraz erken degil misiniz?

..Hayat yün topaklarından işlemeli bir atkıya dönüşür.

Bir ilmekle doğduk, ilk sıramız bazen yamuk yumuktu. Ama daha öğreniyorduk. Sıraları birleştirdik. İlmek ilmek örüyorduk, kendimizi. Yaşamda araya bazen renkli yünleri karıştırdık bazen sökmek istedik ama yapamadık. İlmekler boy boy geçince, şekilleniyordu yaşamımız. Kimi zaman bir atkıya kimi zaman bir bereye benzetiyorduk ama sonunda neye benzeyeceğini biz de bilmiyorduk. Bunun için amaçlar ve hedefler koyduk kendimize, kimisi bir kazak kimisi bir atkı yolundaydı. Emekle işlenen bu yol bittiğinde ise, kiminin ah ne güzel örmüş diye bakacağı ve iç çekeceği, kiminin çok rüküş diye başından atacağı bir şeye benziyorduk. Tek bildiğimiz, onun bir miras olarak kaldığıydı. Kimisi kendine örnek alacak ve kendi atkısını işlerken boynuna sım sıkı dolayacak, kendini koruyacaktı, kimisi ise eskidiği için çöp kutusuna atacaktı…