29 Mart 2011 Salı

Nereye gideceğimi bilmiyordum ne yapacağımı bilmiyordum. Fiziksel yorgunluğum umrumda bile değildi. Çünkü beni asıl yoran şey ruhumdu. Çıktım dışarı ve rotasız plansız sadece yürüdüm, gittiğim yer önemli değildi. Sadece bir kaç saatliğine tanrının unuttuğu çocuk olmak istiyordum. Adımlarım çoklaştı. Yeni yollar arayışındaydım belki de; ama ayaklarım, beynim beni yine insanların arasına; bilindik yerlere sürüklemişti ve kimse kalbimin ne istediğini sormamıştı. Yine insanlar arasındaydım, hala görünmemeyi istiyordum sanki bir ruh gibi; mezarından çıkan...
Birden özlemimin getirdiği buruklukla geçmiş zamanlarımı hatırladım; hatta özledim. Parkta babamla geçirdiğim saatleri. İşte o zamanları düşünerek hayalimde canlandırdığım yerde oturdum. Gökyüzüne baktım, çimlere baktım ve anladım ki geçmişi yine yaşayabiliyoruz tek eksik bazı kişiler oluyor onlar da bir ben, bir babamdı onun dışında hayalim hep eskisi gibiydi.
Bu hayatta kendimden daha çok sevdğim insanları tanıdım. Durum tam da düşündüğüm gibi oldu. Geçmişte güven duygusunu unutmuştum, aslında yaşamım öyle olaylı da geçmemişti fakat unutmuştum ne yapabilirim ki? Belki de çok sevdiğimden ilk kez kaybetme korkum vardı ve bu yüzden üzülüyordum. Geçmiştekiler gibi mi olacak bu da? İşte bu soruyu kendime her gün soruyordum. gerçekten dediklerimi önemseyen bir arkadaş vardı yanımda, bu nasıl olurdu? inanması zor gibiydi. Kaybediceklerini baştan kaybetmelisin dedim kendime ve dediğim en küçük olumsuz şey de karşımda çok üzülen biri gördüm. onu üzmek değildi amacım çnkü onu üzmek isteyecğm son şey bile değildi. ama üzüldü. tekrar o kötü duygu kapladı içimi; sadece gülüşlerimle kapatmak istiyordum içimi ama o da olmadı. Gökyüzüne baktım ve dedim ki; gerçekten.. bu dünya da yaşamanın hiç bir anlamı yok. intihar sarrafıymış gibi, her gün ağlarmış gibi, çok severmiş gibi.. gibiler kesinleşti bir anda ve hoşçkalın dedim. bir kaç gün sonra yine aynı dünyaydaydım: bilindik dünya.

28 Mart 2011 Pazartesi

Sokak, ruha sessiz geliyordu.Pencere vardı aralarında, avaz avaz bağıran bahar, çiçekleriyle doluşmuş dallarını pencereye tıklatıyordu. Sokağın sessizliği derin bir çığlıktı. Gerçek hayat aslında dışarıdaydı. Ayak seslerinde, garip müzikler eşliğinde. Fakat fırtınada esen rüzgarın içinde kurumuş yapraklar , hala israr ediyorlardı çaresizliklerine. Birden, o çığlıklar sustu. Sessizliğin çığlığı dindi. Çünkü tüm bunların arasını delice delen başka bir melodi fısıldadı kuşlara, yeşil gözler. Özgürlük, vicdanın parmaklıklarında hapsolacak kadar tehlikeli fakat insani olmayan duyguları insanlaştıracak kadar da rahatlatıcı bir intihardı aslında.
Bir silah sesi, umut şarkılarıyla geldi. Umut şarkıları güneşi sımsıkı tuttu, kapladı ve kuşlar kanatlarıyla bütünledi.
Sonra o yeşil gözler, bir şeyi unuttuğunu farketti. Kendini unuttuğu için belki de...
Özür dilerim oğlum dedi, kelepçeler elinde sallanırken, onların yüzüme yansıyan ışıklarını hiç unutmam. O günden beri korkarım ışıktan çünkü.
Işık her yüzüme yansıdığında birini kaybedeceğim sanki.
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Br de özür dilediler tabi....Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.

Ona kızdım. Özür diledi. Ben kızdığım için özür dilemedim.Beni unutmuştu, hayatın getirdiği mecburiyeti işlerken .unuttuğu için özür dileyen bir babam vardı benim.Büyüklük onda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.O unuttuğu için özür diledi ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacağız ...
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..
Özür dilerim oğlum dedi, kelepçeler elinde sallanırken, onların yüzüme yansıyan ışıklarını hiç unutmam. O günden beri korkarım ışıktan çünkü.
Işık her yüzüme yansıdığında birini kaybedeceğim sanki.
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Br de özür dilediler tabi....Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.

Ona kızdım. Özür diledi. Ben kızdığım için özür dilemedim.Beni unutmuştu, hayatın getirdiği mecburiyeti işlerken .unuttuğu için özür dileyen bir babam vardı benim.Büyüklük onda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.O unuttuğu için özür diledi ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacağız ...
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.
unuttukları için özür dileyenler oldu.Büyüklük onlarda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.Onlar unuttukları için özür dilediler ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacaklar.
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..

23 Mart 2011 Çarşamba

siayhtı

bir kahve falından öğreniyorum hayatı. Yoğun kahverengi köpüklerin arasından güzel bir koku yükseliyor havaya. oradan okutuyorum yaşamımı. O sırada ağzımda kalmış olan kahve tozlarını sıyırıyorum gizlice.
' bir sokak ' diyor falcı. 'bir sokak görüyorum; karanlık' .
İmgeler ve simgelerden oluşan bir dil; hem bağırıyor tutsaklığına yalanın hem de çok hoş geliyor sesi, gülmeye başlıyor insanlar çaresizliklerine.Bitimsiz gülüyorlar. 'bnların hepsi yaralı' diye yatıştırıyor sesi falcı. sokakta bir şeyler yaralı. ritimsel şeyler. sokak okadar karanlık ki, gece yarısı bile korkuyor o sokaktan. Çıkmaz sokak mı? bilmiyor. bir seçim? anlamladıramıyor. Ne bu sokak ve nereden sokak? nasıl gördü? söylemiyor. Diyor ki sadece ' bu bir sokak ve yaralı bir şeyler var' Anlamıyorum.
gülüyor insanalr ; için için ağlayan söylenceler arasında.
Kahvenin dibine gelmişti sıra. en acı yerdi. en karmaşık.
Oralarda açıldı gözleri falcının. ' seni uzaklarda birisi bekliyor.'
Uzaklarda?Nerede? Rüyaların renklerle bütünleşmesi gibiydi sizin için yaşam. Renklerden doğan sürprizlere açıktınız. Benim sokağıma ise tek renk hakimdi kuşkusuz. Siyahtı. Neden siyahtı? çünkü dipsiz bir sokaktı bu. aslında her eşy netti. siyah ışıklarla dolu bir gündüz vaktiydi yaşam. Bunu anlayabilmek yeterdi belki de. o siyahın içine usulca yatan periler doldurdu etrafı. Bir çakmak yandı; siyahca. ve tüm düşler bıraktılar kendilerini ; siyaha...

11 Mart 2011 Cuma

78de bir kırmızı uçurtma

Okulu sevmezdim o güne kadar. Fakat o gün, sevmiştim. Çünkü o gün uçurtma yapmasını öğretmişti öğretmen. İlginçti. Ödev olarak hepimize uçurtma yapmamızı söylemişti.
Sonuna da şu cümleleri ekledi: ' Uçurtma harikadır. Özgürlüğü simgeler. Hem harika bir oyuncaktır, hem de rüzgarın içinde düşüncelerinizle baş başa kalmanın en iyi yoludur. Uçurtmayı rüzgara göre ayarlarsınız, bu özgürlüğün içindeki konumunuzdur. Onun peşinden koşarsınız, önünüze bile bakmazsınız, çünkü gözünüz yukarda, güneşin yanındadır. Yüzünüzde ise uçurtmayla bütünleşen kocaman bir gülücük vardır.'
Malzemeleri almak için okul çıkışında eve gitmedim. En sevdiğim renk kırmızıydı. Kırmızıyı her gördüğümde ben küçükken ölen anneannemin bana verdiği kırmızı kolyeyi hatırlardım. Malzemeleri kırmızı seçtim. Eve geldiğinde babamdan yardım istedim, birlikte yaptık ve dışarı uçurmaya çıktık. Çok sevinçliydim. Hava o gün şans eseri rüzgarlıydı.