21 Mart 2010 Pazar

Derin,Çakıl ve Hayal


Derin Düşünceler ve felsefi saçmalamalar

1

Hayal: Dilimizin tam ucunda birikenler ve dudaklarımızın dışına çıkamayanlar… oradan doğduk. Aklımızdaki döngülerin esiriyiz.keşkelerin kurbanıyız …beynimizin içindeki anılarla döşeliyiz. Bundandır belki vahşiliğimiz..Sorumlulukların bahaneleri geçmişse, hiç yaşamayalım daha iyi..böylece daha yaşanmamış geleceğimizin bahanesi geçmiş olmaz…şu an ölürsem geleceğimin geçmişi hep temiz kalır . ve ben de rahatlarım…keşkelere yer olmaz … ölüyorum son nefesimi toza bulanmış havada veriyorum…hoşça kal geçmişim ve şimdim…kendine iyi bak güzel tertemiz ve keşkesiz geleceğim… hiç olmamış ve olmayacak geleceğim…hoşça kal ve olmayan geçmişinde sana iyi yalnızlıklar dilerim…
Çakıl: Büyük büyük hayaller…
Bize kızdılar..
Büyüttüler içimizdeki ateşi..
Körükle gittiler yalnızlığımıza.
Bahaneler buldular yaratıcılığımıza..
Aşağıya indirdiler bizi.
Ayaklarıyla ezdiler..
Hepsini görüyorduk küçük gözlerimizle izliyorduk aşağıdan…
Yukarı baktığımızda ise göremediğimiz tek şey, inancımızın yardımsever gücüydü..
Merdivenlerden çıkmaya çalıştık..
Yapamadık..
Tırmandık tekrar buz gibi yere çöktük.
Ne istiyorlardı bizden?
Küçücük masum patilerimizden?
Aşağımıza baktık.en aşağıyla durduğumuz yerde bikaç santimetre vardı..
.bizmi aşağı indik yoksa durduğumuz yer dışındaki topraklarmı yükseldi?
Aslında biz mi kendimizi küçümsedik?
İnsanlar bizi satır aralarındaki boşluklara sığdırmaya çalışırken..
Biz mi devrik cümlelerine ağlıyorduk?
Yoksa şimdi delirmeye mi başlıyoruz?
Kim bilir..
biz artık yalnızız.
Biz artık biz değiliz.
Her şeyi görebiliyorum bir çift gözle..
Hani her şey tekti, yalnızdı..?
Bu gözler bir çift ama gördükleri eksik..
Yukarıya baktığımda ise göremediğim tek şey , tanrıydı…
Bir daha baktım.
Aslında ben kendi kendimle can çekişiyordum.
Doğduğumdan beri.
Hep bunlarla uğraşıyordum.
Şimdi ölüyorum.
Ve geçmişe baktığımda bir tek; yalnızlık görüyorum..
Hayal:olmayacak şeyler değildi düşlediğimiz.
hayat, bir takım mecburiyetleri üzerimizde bir leke gibi bırakıp kaçıyor
ve biz parmaklarımız parçalanırcasına çitileyerek çıkartmaya çabalıyoruz..
bu meşguliyet içinde gömülmüş giderken zamanın son tik taklarıyla irkilerek farkına varıyoruz ki
hiç yol almamışız..

Derin:Aslında yol almışsındır, fakat bunu göremiyorsun.Göremediğiiin içinden çıkmak yerine saçmalıyoruz.Üzülme. Demişlerki, senin bir gülüşün için yaşayan birileri mutlaka vardır.

Çakıl: okadar büyükki manevi olanaklarımız.yüzbinlerce çizgi arasından birine sıkışıyoruz.ve o bizim davranışımız oluyor.Yaşamda izleyeceğimiz psikoloji.Aslında öbür çizgileride seçebilirdik değil mi?

Hayal:benim çizgim çok uzaklarda. En kuytularda. Söylediklerimden de anlaşılıyorsa, ben çok uzaklardayım…

2

Hayal:Ben ne olacağım?Görülmüş ‘şey’lerin pişmanlığından doğan sinirin törpüleyişi hayatı, yazık denilecek şekilde ilerliyor gözler önünde. Evren her bir düşünceyi temsil ediyor, işte bu kadar sonsuz işte bu kadar doyumsuz.yetenek mi isterdik , bu koca boşluğu doldurmaya… doldurdukça doldur ve kafan patlasın. Etrafa kan yerine düşünceler fışkırsın.ve kafan patladığın için değilde düşüncelerini kaybettiğin için görülmüş şeylerin pişmanlığından doğan sinirin törpüsü seni öldürsün. Perikmaz adlı biri zamanı gösteren sayılarla sınırlıyız kelimelerle değil demiş. Ama hepimizin evreninde kelimelerden insanlar ölür işte böyle.

Derin:Ben istersem, olur ama ben istemezsem olmaz.ben istersem bir tüy yumağını bir köpek şekline getirebilirim.Öyle yapıyorum,yapıyoruz zaten. Beynimiz,dilimiz, kulağımızın sistemiyle bir köpek görüyoruz. Ben nasıl yarı yalan olan, anlamsız ve bilindik törpülerimizin içine giren ‘şey’i sevgi olarak görebiliyorsam, kafamın patlayıp patlamayacağını da uydurabilirim.

Hayal:Nasıl da uyumsuzca geçti zaman, nasılda pembe gözlükler gözü boyamışçasına maskeler giydirmişçesine dünyamıza, öyle güzeldi ki bulutların ışığı yani umudu.. ama diğer her şey gibi ışıkların umudu da güneşten çalınmıştı.Ve güneşe yaklaşan fırınlanıp ölürdü.Umutlar hep uzak mı, yaklaşınca ölüyor muyuz ?

Derin:Şeyleri uydurmak için umudu kullanıyoruz. Umut bizi yaşatan şey ( güneş gibi) .. umuda yaklaşınca ölmezsin güneşe yaklaştığındaki gibi. Çünkü zaten umut senin çok yakınlarında, yani içindedir.

Hayal:İşte bu yüzden ölüyorum her geçen gün, bu yüzden artık törpüleri biraz fazla kaçırıyorum.içim yanıyor ve cevabını buldum, senin sayende.

Derin:Cevaplarını hep kasvetli yapmak zorunda olanlar, umutsuz vakadırlar. Umutsuz vakalar can acıtmazlar.çünkü onlar, kimsenin umurunda değildirki…Umutsuz vakadırlar.

Çakıl:…

Derin:Ama umutsuz vaka olmayanlar azıcık bile umut sezintisi durumundakiler acıtır canı. Dimdik bir çizgiyle ve basınçla kalbin belli bir bölgesini yakarlar.ve bu yüzden onlar zararlı birer böcek gibiler.

Hayal:Sarı ışıklar gibi..sarı hem hastalık hem umut rengidir. Ne kadar çelişkili. Ben kararımı verdim. Ben, hiçbir şey olacağım…

3

Hayal: duygularımı nereden görebilirim? Akciğerimin içine dolan havayı hissediyorum. Bir ses geliyor. Ve düşüncelere dalıyorum.. uyandığımda bir ayna çıkıyor karşıma. Çeşitli renkler görüyorum. Ve akciğerlerime baktığımda onların yansımasını hissediyorum.

Derin: Saydamlığın gizeminde, arada kalmışlığın küçük parçaları...Belki de bir renk ifadesinin en duygusal şeklini bir duygu karmaşası olan temel maddeyle birleştirince bu açıklanamaz oluşumun temel yapı taşının adına yağmurun bukalemun etkisi diyoruz.buzlu aynanın bulanıklığında eriyip gidenler yanlarındakilere dikkat etsinler. Saydamlığın gizeminde olup bitenler orada yansır. Yağmurun etkisi, en iyi bukalemunda görülür. Çünkü yağmur bir renktir. Bukalemunda renklerin şifresini çözen ve maske takmayı bilen en iyi canlı örneğidir.

4
Hayal :Elimdeki göz yaşları kana döndü ve can verdim üzüntüye...kanımla .artık canlı canlı ölüyorum ..

Derin: umut hayallerde hep gökyüzündedir bir ışık demeti halinde ama bizim bomboş satırlarımızdaydı.anlaşılmadığımızı ve anlatamadığımızı biliyorduk benliğimizi… ve kağıda dökülen her harf , her söz bizi yansıtıyordu bu kadar kalabalıktık yalnızlığın içinde bile… binlerce harfimiz her geçen gün şans diler bize, bir sonraki gün bir önceki gün gibi olmasın diye…

Çakıl: Ağzıma gelen sözler bile yalandı.çünkü artık, doğruyu ellerim konuşuyordu. Bilinmezliklerde bilmediklerim, düşüncelerimin konuşması, ellerimden akan enerjiler topluluğu. Evet, yazı yazarken düşüncelerim konuşur, ağzım konuşursa kalıplar kullanılır.
Nokta kullanılacak her bir dilimde virgül konur. Cümleler birleştirilir ve sonsuz akımlar başlatılır.dil, bilincimin olguya dönüşmesi süreci. Dilim kağıtlara sayfalara, düzlemime dökülür. Bilincin kaybolanlarının kuyruğunu çekeriz. Gün doğar ölürüz, gün batar doğarız.saatlere karşıyızdırbelki de çoğu zaman… günlere meydan okuruz.pazartesimi Salı mı bilmeyiz.. düşüncelerin derinlerinde bunlar yoktur çünkü.sadece yazarız ve sadece okuruz. Bizim beynimiz değil, fikirlerimizin beyni çalışır sürekli. sayfalara tekrar tekrar dökülür harfler.ve yenileri birikinceye kadar bekler yapayalnız hayaller…
Her şeyim biter yazım bana kalır. Geriye baktığımda sadece kitaplar kalır güzellikle damıttığım..

Hayal: Kitap kitap ciltlenmiş hayallerimiz hep yer yüzünde kalır, biz toprakta çürüsekte…ruhumuz okunur…ve hiçbir zaman ölmeyiz yazının verdiği bu büyük zarafet ile…
Gün gelir başkasın da okur bu düşünceleri ve o da son cümlelerde harcanıp, düşüncelerde kaybolur…

5

Hayal: dünya istediğimiz gibi olabilseydi. Keşkelere umut vermemek için.

Derin: Ben zaten böyle bir dünyada yaşıyorum.
Deniz, sinirin bir yerde toplanıp ortalığa yayılmasına benzeyen dalgalarını sahile döküyordu..
Balıkların saçları pullarla özene bezene döşenmişti.
Her kum tanesi ayrı bir dağın yamacından seçilerek gelmişti.
Güneş yabani ördeklerin üzerinden seçe seçe aldığı her bir tüyü üzerine yerleştirerek ,Her gün daha canlı parıldıyordu akan ırmağa..
Uçsuz bucaksız çimlerin arasında farklılık oluşturuyorduAğaçlar tüm dünyayı kaplamak ister gibi,
Dalları ve yaprakları gövdesinden metrelerce uzağa saçılıyordu..

Çakıl: Harikalar içinde harikalar
Bize mi öyle geliyor yoksa güneşin yakınlığı.
Arasındaki mesafeyi bilmediğimizden mi güneş bu kadar yakın?
Niye bu kadar yakın görünüyor?
Biz mi öyle istiyoruz…
İstediğimizin bilincine varamadığımız için mi bu kadar kendimizi kandırıyoruz.
Dümdüz 200 metre yürü güneşe varırsın.
O ışıklar bir yakın olsa.
Gerçekten her şey göründüğü gibi olsa.
Yoksa tat denen şeyde birazcık acı da var mı şekerin yanında?
Acıyı sevenlerle şekeri sevenler mi oluşturuyor bu dünyayı…
Güneş belki yakında değil, ama ölüm yakındır bize.
Yıldızların peşinden koşanlar, kavanozdaki kırmızı balık oldular.
Bir yudumda bitenler her zaman tatlı ve öz olmalı derler ya,
Benim hayatımda öyle olacak yakında..
Yarın mutlu olmaya başlayacağım..
Ve bunları söyledikten sonra dedilerki bana:
Yarına bıraktıklarına bugünden başlasana?
Rüyalarını gerçekleştirmek için uyansana…
Sustum.ve hayatın son tiktaklarıyla irkilerek uyandım ki, hiç yol almamışım..
Son yudum içilmemiş..
Ve artık ben de düşüncelerde kaybolmuşum…



6

Hayal: her şey hazır…

Derin: Havanın vazgeçilmez arzusu, güneşin içlerini ısıtması ve ortaya saçılan her bir molekülün örgüler haline gelerek kimyasal olaylara karşı çıktığını gören kırmızı dolunayın yıkıcı görüntüsünün altındaki sakinliği her deniz dalgası özlemekteydi, en çok da yakamozun özlemi kavuruyordu içleri…
Çakıl: özlem…Masumluk derecesinde.

Hayal. O da nedir ki?

Derin: Yanımda hayalet gibi dolaşan çizgiler, bulutlar eşliğinde karanlık gökyüzünde uçuşuyordu.
Çizgiler, ruhları şekillendiriyordu…
Kar yağıyordu tane tane, yerde düzlem yapıyor ve simler gibi parıldıyordu.

Hayal: Karlar bile sip siyahtı…kasvetli ve hüzünlü bu dünyadaydı, masumluk…
Masumluk, karanlık gölgeler üstünde gümüş pırıltısı beyazı kadar ferah bir kıpırdanıştı.
Değerli kavramını hatırlatan bir karşılıksızlıktı..
Sonsuz evrenin sonluları arasında bir yudumluk bir zevkti belki de…böylece kayboldu.
Dünya’n o kadar beyazdı ki,üstünü karla örttüler, ve sen de diğer her öngörü ve çaresizlik gibi siyah gördüğümüz karda kamufle edildin…

Üşüyorsun biliyorum karların altında, ama çıkaramam ki seni ,artık görünmezsin bu kıskanç dünyada…

Elif Şafak*





*

Içimin tünellerine girer girmez bir fener aliyorum elime.
Buralar çok karisik.Kaç defa geldim. Gene de hep kayboluyorum ..

Siyah Süt

*

15 Mart 2010 Pazartesi

Borges’ten 3 Not…

Aynaların içinden…
Çok eski zaman önce değişik yaratıklar krallığa saldırdı…bir büyücü bunun üstüne onları saydam ve garip yüzeyli bir düzlemin içine sıkıştırdı.onları, her şeyi taklit ve tekrarlama işinde görev kıldı. Gün gelecek, dışarı çıkacaklar ve dünyayı işgal edecekler…Bu olaydan önce aynaların içinden silah sesleri duyulacak sonra ince çizgiler ve ışık doğrularından oluşan güzeller güzeli bir balık süzülecek, ardından beyaz kaplanlar takip edecek ve dünyanın sonu gelecek.

Bahamut…
Yer yüzü yaratılırken tanrı ilk önce bir melek kondu, ama meleğin temeli yoktu, meleğin ayakları altına bir yakut koydu,yakutun üstüne dört bin gözü, kulağı, burnu, ağzı dili ve ayağı olan bir boğa koydu, boğanın temeli yoktu boğanın altına bahamut denen bir balık koydu, balığın altına su, suyun altına karanlık koydu ve bunun ötesine insan aklı ermedi…
Suyun üstünde balık, balığın üstüne boğa boğanın üstüne yakut yakutun üstüne melek meleğin üstüne altı cehennem cehennemin üstüne yeryüzü koydular…
Bahamut öyle kocaman öyle göz kamaştırıcıdırki, ona bakmak insan gözünün harcı değildir.dünyanın bütün deniz ve okyanusları balığın burun deliklerinden birine akıtılsa, çöle atılmış bir hardal tohumu kadar kalır.isa bunu görmüş ve 3 gün 3 gece bayık kalmış.
Bir masala göre en alttaki suyun altında bir hava boşluğu, havanın altında ateş , ateşin altında Falak adında ağzının içinde 6 cehennem bulunan bir yılan vardır.
Bu döngü, Tanrının varlığının kozmolojik kanıtını gösteren bir tablodur.bu düşünceye göre, her neden, bir ön nedeni gerektirir, bu yüzden boşluğa düşmemek için bir ilk neden olması zorunludur.

Falak yılanının 3. cehennem odasındaki bitki ve hayvan birleşimi yaratık: Barometz
Kırık ağaç dallarından hem kan hem söz dökülen intiharcılar ormanı , dallarında yuva kuran kuşları yiyen ve bahar geldiğinde yaprak yerine tüy açan Şu ağacını akla getiren barometz, dört beş sap kök üzerinde durur .

Mai ve Siyah

Güneş görünmüyordu, yalnız o tutuşan , yarık, etrafında bulutlar, bir kar tufanına boyanmış duruyor, biraz yüksekte siyah bir küme o yangının üzerinde gittikçe koyulaşan esmer bir kubbe kuruyor, kenarlarından pembe, kırmızı, sarı püsküller sarkıyor; bir tarafında erimiş bir yakut deresi ince kıvrıntılı bir hat ile yol açarak akıyordu. Birden manzara değişti bu yangın sönerek ortasında kırmızı bir tabak açıldı, etrafında sağına soluna altına üstünedeste deste sarı nurdan oluşan oklar fışkırdı.bir saniye sonra yine değişti, bulutlar bu yakut kümeleriyle dolu tabak üzerine parça parça dökülmeye başladı, nihayet büsbütün örttü, artık hiçbirşey görünmüyordu.orada siyah bulutlardan bir dağ yükseldi.bir aralık güneşin son ziya hamlesinin feveran ettiği görüldü, ta o dağın ötesinde tutuşmuş bir orman gibi parladı.şimdi Ahmet Cemil’in gözleri bulanıordu. Bütün denizi , semayı bu bulantıiçinde karıştırdı, artık görmeyerek bakıyordu. Biraz sonra ayaklarının altında gizli bir hışırtı ile gecelerin sırlarını taşımaya hazırlanan suların üzerine geniş, uzun bir gölge düştü.

Halid Ziya Uşaklıgil

13 Mart 2010 Cumartesi

Pisicikler..


Birgün Kar Yağacak Ve alacak Herşey Kendi Rengini..

8 Mart 2010 Pazartesi

Çay





Çayın rengi ne kadar güzel,

Sabah sabah,

Açık havada!

Hava ne kadar güzel!

Oğlan çocuk ne kadar güzel!

Çay ne kadar güzel!



Orhan VELİ

7 Mart 2010 Pazar

"Yaşamın bir bisküvi kutusuna benzediğini düşün, yeter... Bir bisküvi kutusunun içinde, her tür bisküvi vardır, sevdiklerin de, pek sevmediklerin de, öyle değil mi? Ve insan sevdiğini önce yerse geriye pek sevmedikleri kalır sadece. Ben kötü günler geçirdiğimde hep böyle düşünürüm işte. Şimdi bunu yaparsam, sonrası daha kolay olur, derim kendi kendime. İnan bana, yaşam bir bisküvi kutusu gibidir."

Hava Nasıl?

YAĞIŞLI BİR HAVA
*
“Hava nasıl bugün?”
Diyor birisi..
Yağmur yağıyorum
Yağmur yağıyorsun
Yağmur yağıyor
Yağmur yağıyoruz

Yağmur yağıyorlar
Uğur Güleç

Benjamin Button


Zamanın sondan başlamasıdır belki bu kitabın akışı... Olayların başının, sondan sonra oluşmasıdır... Ve yaratılışın, sonu olması… Kim sondan başlamak ister ki? Veya baştan ölmek... Ama gençleşerek zamana meydan okumak çekicidir. Hiç yaşlanmamak. Zaten, en sondan doğmak…
Gerçek yaşla fiziksel yaşın orantısının bulunmadığı karmakarışık bir düzen...
Yazar, tersten akan bir yaşamı yazıp, doğum hayat ölüm gibi kavramların üstüne farklı bir bakış açısı kazanmamızı sağlamıştır.

•Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
Scott F. Fitzgerald
Profil Yayıncılık
4.90 Ytl

Cheshire Kedisi*


''Cheshire Kedi'si gibi sırıtmak' deyimini herkez bilir, pis pis sırıtmak anlamına gelir.Kökenine dair bir sürü yorum yapıldı.Bunlardan birisine göre, Cheshire'da peynirler sırıtan kedi yüzü şeklinde yapılırmış.Bir başka açıklamada da Cheshire'ın bir palatin yani kontluk bölgesi olduğu ve bu soyluluk nişanesinin Cheshire'da yaşayan kedilerin neşesini sürdürdüğü şeklindedir.Yine bir başkasına göre, 3.Richard zamanında , Caterling adında bir avlak bekçisi varmış ve bu adam ne zaman yasak avlananlara tartışsa birden pis pis sırıtmaya başlarmış.


1865'de yayınlanan Alice Harikalar Diyarın'da Lewis Carroll, Cheshire Kedisine yanlızca sırıtışı

-dişsiz ve ağızsız- kalıncaya kadar yavaş yavaş yok olma yeteneğini bağışladı.''


Düşsel Varlıklar Kitabı , sayfa 56, Cheshire Kedileri



Cheshire Kedisi ile Alice arasında geçen her konuşma rahatlıkla alınıp çerçevelenip duvarlara asılacak cinstendir. Bir keresinde Alice ile Cheshire Kedisi arasında şöyle bir konuşma geçer :
Alice : Deli insanların arasına gitmek istemiyorum.
Cheshire Kedisi : Bunun sana pek bir yararı yok. Hepimiz burada deliyiz. Ben deliyim. Sen delisin.
Alice : Benim deli olduğumu nereden biliyorsun?
Cheshire Kedisi : Öyle olmalısın. Öyle olmasaydın buraya gelmezdin.
...
Alice : Buradan gitmek için bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misin?
Cheshire Kedisi : Nereye gitmen konusunda iyi bir anlaşamaya bağlı bu.
Alice : Neresi olduğunun önemi yok!
Cheshire Kedisi : O zaman hangi yol olduğunun da bir önemi yok.
Alice : Sonunda herhangi bir yere varsın da.
Cheshire Kedisi : Elbette varacaksın. Eğer yeterince uzun yürürsen.

*Parçalar


"Dünyanın ruhu insanların mutluluğu ile beslenir.

Ya da mutsuzluklarıyla..

Arzuyla, kıskançlıkla..

Her şey bir ve tek şeydir.

Ve bir şey istediğin zaman,

bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar."
simyacı
''Gündoğumuyla birlikte Martı Jonathan, çalışmalarına yeniden başladı.Beş yüz fit yükseklikte, balıkçı tekneleri durgun mavi deniz üstünde ufacık bir nokta, yiyecek bulabilmek için dönüp dolaşan martı sürüsü ise belli belirsiz bir toz bulutu gibi görünüyordu.O, korkuyu yenmenin gururuyla, haz alarak yaşıyordu.Tüm bunları düşünürken kanatlarını sımsıkı gövdesine yapıştırdı, kanat uçlarının açılarını azıcık genişletti ve dimdik suya daldı.Dör yüz fite indiinde son hızına ulaşmıştı.Artık bu yükseklikte bir ses duvarı haline gelen rüzgar ona sürekli çarparak daha fazla hızlanmasını engelliyordu.Dimdik aşağı doğru, saatte ikiyüz kırk mil hızla uçuyordu. Bu hızda eğer kanatları açılırsa milyonlarca minik martı parçacığına dönüşeceini biliyor ve bunu göz ardı ediyordu. Çünkü ilk kez hız güç demekti, büyük bir zevkti ve kusursuz bir güzellikti..''
Martı Jonathan sy 23Richard Bach

Karanfillerin Doğuşu ve Çöküşü


Dolunayın , göğe liderlik tasladığı bir gecede hafif yağmur ve loş ışık bomboş sokakları azda olsa canlandırıyordu.. kırık lambalar kasabayı küçümsetir gibiydi..tuğladan evlerin kabarmış boyası ortaya tiz ve hafif bir alçı kokusu yayıyordu..Her bir yağmur damlacığı diğer her şey gibi yapayalnız süzülüyordu göklerde.. son olarak pıt tık kut şıt çıt kıt kot şot ritmiyle yere çarpıyordu..bu aciz sıkıcı sokağın ortasından geçen nemli köpekler eciş bücüş sokak taşlarının boşluklarına dolan yağmur suyunu içiyorlardı.şlap şlap şlap sesleriyle...pıt tık kut şıt çıt kıt kot şot şlapşlapşlap pıt tık kut şıt çıt kıt kot şot şlapşlapşlap…bu akşam müziği kırık pencereli terkedilmiş gecekonduların içindeki malsız otçuları biraz olsun sakinleştirmeye çalışıyordu.birbiriyle bütünleşen bu kasabanın ağaçları her zamanki gibi esen rüzgara eşlik ediyor , çocuğuna susmasını söyleyen bir anne gibi şşşşşşhh sesleri çıkarıyordu..notalarına bir yenisi daha eklenmişti müziğimizin… pıt tık kut şıt çıt kıt kot şot şlapşlapşlap şşşhhh şlapşlap şşşhhh…Bir albüm yapmaya karar versek kim alacaktı gerçek müziği.. kim anlayacak doğanın ne dediğini?Sisli bulut parçalarının arasında az da olsa ortaya bir hırsız gibi sızan yıldızlar yolsuzlara pusula görevi görüyordu…Pusulayı takip eden kediler ayaklarının altındakileri görmediği için her seferinde bir salyangozu çiğniyorlardı.her salyangozun kabuğunun sağlamlığına göre farklı notalar çalışınıyordu…kırıkçırıkkuturtpıtırt..işte böyle doğardı her gün güneş..her gün bir müzikle ışığını saçardı..her zaman bir köpek ölürdü…her zaman bir kedi yeniden doğardı.. tık kut şıt çıt kıt kot şot şlapşlapşlap şşşhhh şlapşlap şşşhhh kırıkçırıkkuturtpıtırt şlapşlapşlap…