25 Eylül 2011 Pazar

Havada kanatlanıp uçtuğumu sanarken, meğer düşüyormuşum.
Düştüğüm yer bir nehirdi.
Nehir hep akıyordu.
İçine daldığımda bir sürü balık vardı.
Ve sen de oradaydın.
Sana durmadan haykırıyordum.
hep bir şeyler anlatmaya çalışıyordum.
Hep ağlıyordum.
Hep üzgündüm.
Seni çok seviyordum.
Hatta seni o kadar çok seviyormuşum ki,
düştüğüm yerin akan bir nehir olduğunu unutmuştum.
Gözyaşlarımın suyla örtüleceğini unutmuşum.
Ve unutmuşum; su da sesin yayılmadığını;
Anlattığım onca şeyin boşluğu karıştığını.
Hatta seni sevmekten farketmemişim bile;
Boğulup kumların arasına karıştığımı...

1 Eylül 2011 Perşembe

??

Her sey kendiligi gibi her sey sıkıcı ve zor.sen disardasin ben icerde.ben goruyorum sen hissediyorsun.hava,kisiye ozel;soguk ve kasvetli.hayatlarimiz yagmur gibi.bazenn bulutlara saklanmis denizin gozz yaslari ,bazen topragin ruhlari.hepimiz baslayan ve biten satirlarin olusturdugu kurgudan ibaret degil miyiz?hayatimizi satirlarin anlattiklarinin basrolundeki kahramanlara ozenmekle geciririz.kimse bilmez mi ki hepimiz kendi hayat kitabimizin bas karakterleriyiz...anlamayarak bakan gozlerin, bilincsizce yazilan sozlerin haksizca olusturulan sezgilerin icindeki bizler.hepimiz yakinda son satira gelmeyecek miyiz? Silinen ama hissedilen duygularin cumlelerinde bitecek olan sizler.
gec demek icin biraz erken degil misiniz?

..Hayat yün topaklarından işlemeli bir atkıya dönüşür.

Bir ilmekle doğduk, ilk sıramız bazen yamuk yumuktu. Ama daha öğreniyorduk. Sıraları birleştirdik. İlmek ilmek örüyorduk, kendimizi. Yaşamda araya bazen renkli yünleri karıştırdık bazen sökmek istedik ama yapamadık. İlmekler boy boy geçince, şekilleniyordu yaşamımız. Kimi zaman bir atkıya kimi zaman bir bereye benzetiyorduk ama sonunda neye benzeyeceğini biz de bilmiyorduk. Bunun için amaçlar ve hedefler koyduk kendimize, kimisi bir kazak kimisi bir atkı yolundaydı. Emekle işlenen bu yol bittiğinde ise, kiminin ah ne güzel örmüş diye bakacağı ve iç çekeceği, kiminin çok rüküş diye başından atacağı bir şeye benziyorduk. Tek bildiğimiz, onun bir miras olarak kaldığıydı. Kimisi kendine örnek alacak ve kendi atkısını işlerken boynuna sım sıkı dolayacak, kendini koruyacaktı, kimisi ise eskidiği için çöp kutusuna atacaktı…

5 Temmuz 2011 Salı

3 temmuz 2011
Biz kimiz?
Çocuk kimdir?
Toplumda çocuğa karşı bakış açısı nedir?
Hak nedir?
Çocuk hakları nelerdir? Ne için vardır?
Biz ne yaptık ve hangi amaç doğrultusunda hareket ettik?
Neden kendi gündemimizi oluşturmalıyız?
İlkelerimiz nelerdir?
Nasıl ürünler verdik?
-Eksionsekiz gazetesi
-Belgesel
Sorunlarımız oldu mu?Nasıl çözdük?

CD için: söyleşi
Haksızlığa uğradınız mı ve haksızlık yaptınız mı?
Boşluk doldurmalar
Nelere ihtiyaç var?
Sonuç olarak (özet)

3 Haziran 2011 Cuma

modernleşme genel olarak insanların yaşamlarını yaşam alanlarını düşünsel yapılarını ve insanların geleneksel kültürel ve dinsel yapılarını büyük bir değişim ve dönüşüme uğratarak aydınlanma çağının genel karakteri ve değişim gücüyse................
modernite bir gelişmeyse, gelişme varsa modernite de vardır.
vaat edilen bir şeyde nasıl özgürlük olabilir?siyasi otorite tarafından kısıtlanmamak özgürlük ise ve modernite bize özgürlüğü vaat ediyorsa neden modernleşmeye bağlı yeniliklere sıkışıp kalmışız? Modernleşmeye bağı yeniliklere örnek verilmesi erekirse yeniliklere karşı gelen bir ideoloji aklıma geliyor..
Modernleşme, muhafazakarlığı doğurmaz mı? Gelenek görenek ve kültür, modernitenin gerisinde kaldığında bunları muhafaza etmek isteyen topluluklardan muhafazakarlığın doğması ve gelişmekte olan bir dünyanın yanı sıra muhafazakarlığa kendini kaptırmış ve gittikçe körleşen bir yapı doğmaz mı?
veya geleneki modernitenin bir eseri midir? Yenilik olmazsa, nasıl eskinir?

31 Mayıs 2011 Salı

“Otoriteye karşı duyduğum küçümsemenin cezası olarak, kader beni de bir otorite yaptı.”
Copyright mı? Copyleft mi? :D
Komünizm ne?

Komünizm kapitalizmin batışından yükselen bir sistemdir yani kapitalizm olmasaydı komünizm olmazdı :) Zıtlık bağlam demiştik.
Komünizm sözde hep toplum denen şeye karşı çıkar ve halkı yükseltir. Fakat şunu unutuyoruz: Halk da bir toplum değil midir? .. :)

ne için kötü?

Muhafazakarlıkta durağanlık var demiştik hatırlıyo msn?. durağanlık yaşam denen şeyi ortadan kaldırır. durağan olduğu için sürdürülebilir değil. Ve herkesin hayatında m. olup olmadğı zamanlar vardır mesela sen komünst bir ülkede yaşasan komünizmn değişmemesini isterdin ve diğer yeni sistemlere yani yeniliklere karşı olurdun bu yüzden m. olurdun :)yani komünizmn enternasyonel düşüncesi bana uymuyo; komünist olmaktan başka bir yol bırakmıyor.
katiller madem toplumun bir ürünü o zaman kenan evren gibi insanlara da kızmamalıyz dersen de şunu söyleyebilirm:
onlar var olan toplumu kullanıp yeni bir iktidar alanı oluşturmak için öldürüyorlar :) yani her şey böyle bağlantılar içinde çok ilginç :)
a) yaratıcı yazarlık dersinde yıl sonu değerlendirmesi testi yaptık ve şu soru vardı:
Topluma nasıl bir hizmette bulundunuz, bulunabildiniz mi?

Ben de topluma karşı çıkmak için yazı yazdığımı, bu dersin en olumlu tarafının topluma hiç bir hizmette bulunmaması olduğunu söyledim.

b)bi film izliyoduk inglzce dersinde ve mahkumlar hapishanede olay çıkarmışlardı. salak hocamız 'silahla susturabilirler neden bu kadar sakin kalıyorlar sen kimsinki olay çıkarıyosun' diye bir yorum yaptı. daha önce ona toplumun zararlı olduğunu düşündüğmü söylemiştim ve o tam tersini savunmuştu şimdi de ' hocam onların da insan olduğunu unutmayın ' dedim. o da ' 50 kişiyi öldürürken düşünselerdi. senin bir yakınını öldürdüğü zaman o da bir insan diyebilcek misin acaba ' dedi ben ' kimse doğuştan katil değildir ve ben yine o insandır derim merak etmeyn. 50 kişiyi sizce nereden buldu? toplumdan. toplum olmasaydı toplu yaşama yerleri olmasaydı suçluluk kavramı da olmazdı yani toplum gitmesi gerektiği gibi gitmediği zaman 'katil' damgalı insanlar oluşuyor. ' dedim .
tüm bunlardan + Biyoloji dersinde işlediğimiz konulardannnnnnnnnnnnn bazı sonuçlar çıkardım bunları birazdan söylicem :)
paylaşımın sosyal bir kavram olduğnu ve genlerde olmadığnı söyledi.


paylaşım neden ortaya çıkar diye sordum kendime.. ben ne için paylaşırım?
Yani ben birisiyle bi şey paylaşırsam o kişide eksiktir değil mi? ortada bir dengesizlik vardır? yani paylaşım dengesizlikten ortaya çıkmıştır diyebiliriz. 'bende var ama onda yok' ..
dediğin yarasalar küçük topluluklardır ve yaşamak zorunda oldukları için bir ineği paylaşmak zorundadırlar.paylaşım yapmak için paylaşım yapmıyorki zorunlu oldukları için paylaşımcılık var onlarda :) İnsanlar öyle değil nedeni: toplum. Toplum paylaşmayı kullanmaz mı sence? yani biz sizle şunu paylaşacağız şunu yapacağız, derneklere para yatırın ağaç dikin gibi şeyler. insanlar için yaşama zorunluluğundan önce toplumda olma zorunluluğunu var. hayvanlar bir yaşama biçimi olarak paylaşımı seçmiş ama biz yaşama biçimi olarak toplum olmayı seçmişiz. buna uygun bir düzen kurmuşuz.şu anki durumda paylaşım ancak toplumun bir oyuncağıdır ;) bunun için paylaşım göründüğü kadar iyi bir şey değil ve dengesizlikten ortaya çıkan bir şey.:)
Aşkım bence herkesin hayatında m. olduğu ve olacağı zamanlar vardır. mesela komünist bir ülkede düzenin değişmesini istemezsin :D bu da m. değil midir?
Genlerimizde öyle bir özellik var mı yok mu bilmiyorum ama insanlar paylaşımcılık için toplum denen şeyi ortaya çıkarmış olabilir aslında. baba işe gider anne yemek yapar çocuk okula gider gibi?

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Gündüzün eskimiş olduğu bu gecelerde,
Işığın abartılmış olduğu bu yıldızlarda,
Denizde fazlalaşmış bu yakamozlarda
balıkların yansıttığı pullarda
hep bir melek çağırıyor gibi.
'Bir ışık gördüm yukarıda'
-Meleklerin çağırdığı-...

26 Nisan 2011 Salı

Neden? Neden bu yolda dönmüş olabilir? Bu , nasırlaşmış ruhların ortak sorusuydu.


Gökyüzüyle denizin birleştiği bir yere geldiler. Herkes meraklı gözlerle birinden bir açıklama bekliyordu, hem korkuyorlardı, hem de meraklarından kaçamıyorlardı. Şoför, tabii ki konuşmaya başladı;


‘ Yıllardır hep kente giden o yolu izlerim, sağa dönerim. Aslına bakarsanız, o yolun adını bile bilmem, kaç yıl geçti aradan ama bunu merak etmemişim. Birbiri ile aynı giyinen insanlar biner ekmek tekneme, hep aynı yüzleri görüyorum artık, insanları tanıyamıyorum, ayırt edemiyorum. eve gelince karımla yemek yiyoruz, televizyon izliyoruz yatıyoruz ve öbür gün şehrin trafiğinde tekrar kayboluyorum.Hep o yoldan döndüm.. Fakat benden, bu kadar…’

Yaşamadan yaşlanmak da böyle bir şeydi tam. Hep aynıydı zaman, hep aynıydı gezilecek yerler , insanlar , haberler aynıydı. dünya benziyordu içindekilere;içindekiler dünyaya. Su sürekli damlarsa musluktan, her saniye durmadan, aynı şekilde, sıkılmaz mı insan? Belki bir süre sonra alışırsınız,boşa giden sizin suyunuzdur…
Uzun zaman önce yapması gerekeni yaptı kendince dolmuş şoförü, farklı bir yoldan döndü. belki de delirmişti. Velhasıl onun duygularını ancak onun gibi olanlar kavrayabilirdi. İnsanların büyük çoğunluğu bıkmıştı monoton hayatlarından, aynı işlerle gün boyu uğraşmaktan sıkılmışlardı.


Eğer yaşamın kilidiyse hareket, anahtarı da gitmek olsa gerek…


Nice içlerde kalan dileği gerçekleştiren şoför bulundukları yere bakmaya başladı; sözlerini bitirince. Satıcı ve diğer insanlar artık korkmuyorlardı. Belliydi ki bu onların hayatlarını oluşturmaya başladıkları zamandan beri istedikleri şeydi. Karşılarında deniz vardı, gök yüzünden bir ışık topu denizin üzerinde yatıştırıyordu anı.

Fazla konuşmaya niyetleri yoktu. Oturdular kumların arasına, denizin öbür ucundaki kara parçasına bakarak, umutlarını tazelediler. Birkaç dakika öncesi gibi nasırlaşmış duygular yoktu artık;onlar yerine özgürlük hakimdi umut dolu gözlerde.
Ömür geçiyor ,öylesine boş ..Her gün aynı yoldan eynı şekilde hiç değişmeden işe giderek .. Her gün sabah aynı insanları bir birlerinin kopyası şeklinde giyinmiş bir vaziyette mecburi bir günaydınla geçiştirerek .. Öğlen yemeklerinde tabildota aynı küfürleri savurup ,içi geçmiş dometeslerin bi araya gelerek oluşturdukları türlünün yüzüne iğreti bir şekilde bakarak ..Çalan telefonlara aldırış etmeden ,evrakları tam ortasından nizami bir şekilde delmeye uğraşarak .. Gün de bilmem kaç kez aynı merdiveni inip çıkarken ,her basamağın da arkandan seslenen o sinir bozucu insanlara cevap vermek için bir ileri iki geri basmakları çıkmaya çalışarak ..


Sabah gittiğim yolun ve serviste oturduğum koltuğun köşesine sinerek ,gerisin geri aynı yol tekrar gelerek .. Okumaya uğraştığım ve ne zamandır elimde olduğunu hatırlamadığım kitapların kıvrılmış köşelerini düzeltip ,okumaya çalışırken uykuya kalarak .. Velhasılı kelam insan yaşamadan nasıl yaşlanıyorsa tamda öyle yaparak ....Oysa benim böyle bir hayat planım yoktu..


Su sürekli damlarsa musluktan, her saniye durmadan, aynı şekilde, sıkılmaz mısınız? Belki bir süre sonra alışırsınız, ama giden, boşa giden sizin suyunuzdur.

Eğer yaşamın kilidiyse hareket;
o kilidin anahtarı da GİTMEK olsa gerek!

Adalet, en çok sevgide yerini şaşırıyor. Karşılıklı olmayan şey, daha çok ağır basıyor. İnsan işte bu durumlarda daha çok susuyor, bu haksızlığı daha çok ört bas etmeye çalışıyor. Nedeni daha az acı çekmek istediğinden belki, gün geliyor tüm suçu kendinde uyduruyor, öyle biri varsa, tüm suçlu kendisi gibi davranıyorsa sakın avutmaya çalışmayın çünkü bu, hayatta tek tutunduğu şeydir. Çünkü emin olun ki başkasının haksızlığına uğramaktansa, kendi suçunu bilmek çok daha az acıtır insanın içini.

2 Nisan 2011 Cumartesi

eğer suçluların hepsi komple dışardaysa, eğer ceza çekmesi gereken onca insan keyif sürüyosa, eğer tüm bunlara hükümet ses çıkarmıyosa; hatta tüm bunların sorumlusu hükümetse... Eğer iki de bir alakasız insanlar yargılanıyosa, eğer insanlar fikirlerinden dolayı içeri atılıyosa, eğer tüm aydınlar içerdeyse, eğer içerdekilerin çoğunluğu suçsuzlardan oluşuyosa, hadi ben de içeri gidiyorum hoşçakal.ülkenin her metrekaresinde bir suçlu, her hapishanede bir düzgün adam varsa, hapishane dışındaki her yer daracık gelir bana.
eğer suçluların hepsi komple dışardaysa, eğer ceza çekmesi gereken onca insan keyif sürüyosa, eğer tüm bunlara hükümet ses çıkarmıyosa; hatta tüm bunların sorumlusu hükümetse... Eğer iki de bir alakasız insanlar yargılanıyosa, eğer insanlar fikirlerinden dolayı içeri atılıyosa, eğer tüm aydınlar içerdeyse, eğer içerdekilerin çoğunluğu suçsuzlardan oluşuyosa, hadi ben de içeri gidiyorum hoşçakal.ülkenin her metrekaresinde bir suçlu, her hapishanede bir düzgün adam varsa, hapishane dışındaki her yer daracık gelir bana.
Her yeni insan bir denektir, başka bir insana..
Bazı insanlar var hayatlarını boş bulurlar bir 'şey'e bağlanırlar, ondan başka 'şey' tanımazlar, sonra yeni 'şey'ler kaybederler. kaybettiklerini hatırlarlar. her 'şey'i birden silerler. hayatları işte bu 'şey'lerle geçer. Tüm bunları yaparken, asıl kaybettikleri 'şey' onların hayatıdır. Bunun farkına bile varmazlar..bunun için üzgünüm.

29 Mart 2011 Salı

Nereye gideceğimi bilmiyordum ne yapacağımı bilmiyordum. Fiziksel yorgunluğum umrumda bile değildi. Çünkü beni asıl yoran şey ruhumdu. Çıktım dışarı ve rotasız plansız sadece yürüdüm, gittiğim yer önemli değildi. Sadece bir kaç saatliğine tanrının unuttuğu çocuk olmak istiyordum. Adımlarım çoklaştı. Yeni yollar arayışındaydım belki de; ama ayaklarım, beynim beni yine insanların arasına; bilindik yerlere sürüklemişti ve kimse kalbimin ne istediğini sormamıştı. Yine insanlar arasındaydım, hala görünmemeyi istiyordum sanki bir ruh gibi; mezarından çıkan...
Birden özlemimin getirdiği buruklukla geçmiş zamanlarımı hatırladım; hatta özledim. Parkta babamla geçirdiğim saatleri. İşte o zamanları düşünerek hayalimde canlandırdığım yerde oturdum. Gökyüzüne baktım, çimlere baktım ve anladım ki geçmişi yine yaşayabiliyoruz tek eksik bazı kişiler oluyor onlar da bir ben, bir babamdı onun dışında hayalim hep eskisi gibiydi.
Bu hayatta kendimden daha çok sevdğim insanları tanıdım. Durum tam da düşündüğüm gibi oldu. Geçmişte güven duygusunu unutmuştum, aslında yaşamım öyle olaylı da geçmemişti fakat unutmuştum ne yapabilirim ki? Belki de çok sevdiğimden ilk kez kaybetme korkum vardı ve bu yüzden üzülüyordum. Geçmiştekiler gibi mi olacak bu da? İşte bu soruyu kendime her gün soruyordum. gerçekten dediklerimi önemseyen bir arkadaş vardı yanımda, bu nasıl olurdu? inanması zor gibiydi. Kaybediceklerini baştan kaybetmelisin dedim kendime ve dediğim en küçük olumsuz şey de karşımda çok üzülen biri gördüm. onu üzmek değildi amacım çnkü onu üzmek isteyecğm son şey bile değildi. ama üzüldü. tekrar o kötü duygu kapladı içimi; sadece gülüşlerimle kapatmak istiyordum içimi ama o da olmadı. Gökyüzüne baktım ve dedim ki; gerçekten.. bu dünya da yaşamanın hiç bir anlamı yok. intihar sarrafıymış gibi, her gün ağlarmış gibi, çok severmiş gibi.. gibiler kesinleşti bir anda ve hoşçkalın dedim. bir kaç gün sonra yine aynı dünyaydaydım: bilindik dünya.

28 Mart 2011 Pazartesi

Sokak, ruha sessiz geliyordu.Pencere vardı aralarında, avaz avaz bağıran bahar, çiçekleriyle doluşmuş dallarını pencereye tıklatıyordu. Sokağın sessizliği derin bir çığlıktı. Gerçek hayat aslında dışarıdaydı. Ayak seslerinde, garip müzikler eşliğinde. Fakat fırtınada esen rüzgarın içinde kurumuş yapraklar , hala israr ediyorlardı çaresizliklerine. Birden, o çığlıklar sustu. Sessizliğin çığlığı dindi. Çünkü tüm bunların arasını delice delen başka bir melodi fısıldadı kuşlara, yeşil gözler. Özgürlük, vicdanın parmaklıklarında hapsolacak kadar tehlikeli fakat insani olmayan duyguları insanlaştıracak kadar da rahatlatıcı bir intihardı aslında.
Bir silah sesi, umut şarkılarıyla geldi. Umut şarkıları güneşi sımsıkı tuttu, kapladı ve kuşlar kanatlarıyla bütünledi.
Sonra o yeşil gözler, bir şeyi unuttuğunu farketti. Kendini unuttuğu için belki de...
Özür dilerim oğlum dedi, kelepçeler elinde sallanırken, onların yüzüme yansıyan ışıklarını hiç unutmam. O günden beri korkarım ışıktan çünkü.
Işık her yüzüme yansıdığında birini kaybedeceğim sanki.
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Br de özür dilediler tabi....Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.

Ona kızdım. Özür diledi. Ben kızdığım için özür dilemedim.Beni unutmuştu, hayatın getirdiği mecburiyeti işlerken .unuttuğu için özür dileyen bir babam vardı benim.Büyüklük onda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.O unuttuğu için özür diledi ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacağız ...
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..
Özür dilerim oğlum dedi, kelepçeler elinde sallanırken, onların yüzüme yansıyan ışıklarını hiç unutmam. O günden beri korkarım ışıktan çünkü.
Işık her yüzüme yansıdığında birini kaybedeceğim sanki.
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Br de özür dilediler tabi....Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.

Ona kızdım. Özür diledi. Ben kızdığım için özür dilemedim.Beni unutmuştu, hayatın getirdiği mecburiyeti işlerken .unuttuğu için özür dileyen bir babam vardı benim.Büyüklük onda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.O unuttuğu için özür diledi ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacağız ...
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..
Sonsuz bir sokak içim. İçinde gezerken, aynı renkte çakmağı alıyorum elime. Orası yaşıyor mu? Bilemiyorum. Işık katmak için siyaha; siyah yanan ışığı ilk defa görüyorum. Yukarıda bir ay var; masmavi bir top; parlaklığını simsiyah güneşten almış. Çok karanlık oldu. Nefes alamıyorum.
karlar tekrar kimsesizliğin göğünden düşene dek bekle diyor oradan biri. Gündüz olsun bekle. belki sadece bir yanılsamadır bu karanlıklar bekle. Ben de kimsesiz bir çocuk gibi beklemeye başlıyorum orada. Görmediğim yerde bir yere kıvrılıveriyorum. Gözlerimden yaşlar mı akıyor ne? Hangi renk olduklarını bilmiyorum. Bekliyorum; sanki gelecek yolcular benim durağımda inecekmiş gibi. Hepsi el sallayıp geçtiler şimdiye dek. Gelse de kalıcı olur mu ki? Ya tamamen bağlanırsam buraya? Eskileri düşünerek kızarsam yarına veya alışırsam; neyi beklediğimi unutursam? hatırlanmak istenmeyen günleri delice sorgulayarak yaşlanırken birden önümde canlanı verirse gerçek yaşam? İçimin derinliklerinde hapsolmaya değer mi bu ağır zaman...
Bilemiyorum. Sadece bekliyorum... Belki de uykuya dalarken ölmüşümdür... Bilmiyorum. Sadece; bekliyorum.
unuttukları için özür dileyenler oldu.Büyüklük onlarda kaldı. ama ben daha çocuktum. Büyüklük ben de kalsın diyemezdim. Yıllarla yaşlanmak istiyordum; sözlerle değil. Özür dilemedim.Onlar unuttukları için özür dilediler ama... Ben hiç özür dilemedim; hiç unutmadığım için...
Yolun bitiminde aynı yerde olacaklar.
Sessizlikte iki çocuk. biri büyümenin gereklerini bir çırpıda kavrayacak, diğeri hep kavruk..sanki dün daha..çocuk işte çocuk..

23 Mart 2011 Çarşamba

siayhtı

bir kahve falından öğreniyorum hayatı. Yoğun kahverengi köpüklerin arasından güzel bir koku yükseliyor havaya. oradan okutuyorum yaşamımı. O sırada ağzımda kalmış olan kahve tozlarını sıyırıyorum gizlice.
' bir sokak ' diyor falcı. 'bir sokak görüyorum; karanlık' .
İmgeler ve simgelerden oluşan bir dil; hem bağırıyor tutsaklığına yalanın hem de çok hoş geliyor sesi, gülmeye başlıyor insanlar çaresizliklerine.Bitimsiz gülüyorlar. 'bnların hepsi yaralı' diye yatıştırıyor sesi falcı. sokakta bir şeyler yaralı. ritimsel şeyler. sokak okadar karanlık ki, gece yarısı bile korkuyor o sokaktan. Çıkmaz sokak mı? bilmiyor. bir seçim? anlamladıramıyor. Ne bu sokak ve nereden sokak? nasıl gördü? söylemiyor. Diyor ki sadece ' bu bir sokak ve yaralı bir şeyler var' Anlamıyorum.
gülüyor insanalr ; için için ağlayan söylenceler arasında.
Kahvenin dibine gelmişti sıra. en acı yerdi. en karmaşık.
Oralarda açıldı gözleri falcının. ' seni uzaklarda birisi bekliyor.'
Uzaklarda?Nerede? Rüyaların renklerle bütünleşmesi gibiydi sizin için yaşam. Renklerden doğan sürprizlere açıktınız. Benim sokağıma ise tek renk hakimdi kuşkusuz. Siyahtı. Neden siyahtı? çünkü dipsiz bir sokaktı bu. aslında her eşy netti. siyah ışıklarla dolu bir gündüz vaktiydi yaşam. Bunu anlayabilmek yeterdi belki de. o siyahın içine usulca yatan periler doldurdu etrafı. Bir çakmak yandı; siyahca. ve tüm düşler bıraktılar kendilerini ; siyaha...

11 Mart 2011 Cuma

78de bir kırmızı uçurtma

Okulu sevmezdim o güne kadar. Fakat o gün, sevmiştim. Çünkü o gün uçurtma yapmasını öğretmişti öğretmen. İlginçti. Ödev olarak hepimize uçurtma yapmamızı söylemişti.
Sonuna da şu cümleleri ekledi: ' Uçurtma harikadır. Özgürlüğü simgeler. Hem harika bir oyuncaktır, hem de rüzgarın içinde düşüncelerinizle baş başa kalmanın en iyi yoludur. Uçurtmayı rüzgara göre ayarlarsınız, bu özgürlüğün içindeki konumunuzdur. Onun peşinden koşarsınız, önünüze bile bakmazsınız, çünkü gözünüz yukarda, güneşin yanındadır. Yüzünüzde ise uçurtmayla bütünleşen kocaman bir gülücük vardır.'
Malzemeleri almak için okul çıkışında eve gitmedim. En sevdiğim renk kırmızıydı. Kırmızıyı her gördüğümde ben küçükken ölen anneannemin bana verdiği kırmızı kolyeyi hatırlardım. Malzemeleri kırmızı seçtim. Eve geldiğinde babamdan yardım istedim, birlikte yaptık ve dışarı uçurmaya çıktık. Çok sevinçliydim. Hava o gün şans eseri rüzgarlıydı.

27 Şubat 2011 Pazar

Korkularımız ve kaybetme duygumuz ;
güzelliğin içinde yüzen küçük balıklar...
Korkan kendisinden
hafızasının eksikliğinden korkan
ve hafızalardan silinen,
koca güzel okyanusun içinde kaybolmaktan korkan küçük balıklar biliyorum.
pullarını etrafa saçan
birden korkuyla hepsini toplayıp
tek tek kabine yerleştiren ve sonsuza kadar içinde tutan benliğini.
Bulunmak için çok kaybolmuşuz.
Erteleyerek çok yoklaşmışız.
Hayat ertelenmiyor.
Hayat seni ertelemeden
Yaşa benliğini,
hayatla beraber.

20 Şubat 2011 Pazar

hayat bize ödünç verilmiştir. Ödünç verilen en iyi şey mi en kötü şey mi kendin belirlersin.. üzülme, bu dünyaya yalnız geldik yalnız gidiyoruz işte . Kaç yaşımızda olursak olalım, hepimiz zamanın gösterdiği sayılarla sınırlıyız.


Gitmek peki..giderken kalanı yolcu etmenin hangi cümlede yeri olabilirki?
Hep diyorum birinin sonsuza kadar yokluğu en büyük çaresizlik diye.
Arada kalmışlık. Özlem. Var olmayana sevgi.
Böyle bir sevgi sence o'nun var olduğunu göstermez mi?
Ne olursa olsun içimizdeki insani iyi duyguları söndürmemeliyiz. Bunları tüketirsek herkesleşiriz ve mutlu olmaya hakkımız
kalmaz.
Ama gözlerinden akan yaşlar kalbine doğru süzülürken gözlerine geri döndüğü oldu mu hiç? Bu da öyle işte. Ağlamayı bil ama ağlama.
........
Bu nedenlerden dolayı anı yaşamalıyız. Sayılar ne olursa olsun .
Hayatımızı hep bizimmiş ama her an gidebilirmiş gibi harcamalıyız. Gün geldiğinde son nefesimizde 'Ben Yaşadım' diyebilecek cesaretimiz olmalı. Arkamızda bıraktığımız gözyaşlarının ağızlarına ise 2 kelime hakim olmalı 'İyi insandı..' .

18 Şubat 2011 Cuma

şu kuşları kafese kapattığında bana haber ver.
tamam.
--
kuşları kpattım.
nasıl? yemeği kafese koymuşsun kuşları değil.
biliyorum, kafesin kapısı çok küçüktü kuşlar girmiyordu ben de yemek koydum. böylece kafesin içi dışında her eyr onlara kafes gibi gelicek

3 Şubat 2011 Perşembe

Phili dağı.
Ütopyada bir yerde, kendisini anlamaya çalışarak geçirilen hayatları içine alan sonsuz düşlerin barındığı ve birbirine adapte olamamış insanları büyük bir uyum içinde sergilediği garip bir içsel dünyaya yolculukta, garip yerlerdeki, bulunamayan gerçekleri, kişinin özüne dönük bir şekilde yorumlar. İnsan dünyasındaki karmaşanın ince ince satırlarını yayan bir düzlemdE...
Karar veririm. Uzun olandan başlamam. Çünkü uzunluğundan yarım bırakabilirim. Kısasına başlarım bitirebilmem kısa sürer. Fakat şöyle bir ihtimal varki kısalık kolaylığa sürükler, -tabii burda içeriğini dahil etmiyorum. İçi ağır olabilir.- Uzun olandan başlarsak gerisinde kısaları okursak karar verilen miktar daha çok ve çabuk biter. Zor olanı başardık mı kolayı da ardından gelir mi bilemem bunun için denicem, hangisi hangisi ve ne kadar ilk......
Uzundan başlıyorum, sıkılırsam zaten doğru bir karar vermemişimdir.

Hayatın fenomenolojisinden kastım bu tür ikilemlerin aslında hayatımız olması. Hayat kavramıyla senkronize edersem, ve tanrı denen mitin gerçek olabileceğini ihtimallerin içine dahil edersem, şimdiki yaşam kısadır -ama ağırdır-, sonraki yaşam ise uzundur ve ilk yaşama göre belirlenir ne olduğu.. Ama uzundur. Deminki gibi içeriğini dahil etmezsem ilk yaşamlar 2. yaşamın bağlantısı kalmaz. Fakat belki de ikinci yaşam ne kadar ağır olduğuna göre seçilmez. Ve bunu da düşünürsem, ilk hayat kısadır sonraki uzundur ve kısadan başlamak en iyisidir.

Tanrı ve buyrukları yok ise, bu hayat yani tek hayat tektir. uzundur. ve başka bir hayata alışmamız gerekli olmadığından, uzun mu kısa mı bir gereği , önemi yoktur.

Yani bir şeyin doğruluğu kişisel tercihlerimize göre değişebilir. İnsana göre değişir ve zıt tercihler bile insanına göre doğru olabilir. Aynı tip düşünceler ise insana göre zıtlık gösterebilir. En iyisi bu kadar derin düşünmeden rstgele bir kitabı elime alıp, okumaya başlamak. Bitirmek . ve yenisine geçmek. Bir şeyi okumadan, kısadan başlamak mı uzundan başlamak mı daha iyi olacak nasıl anlayabilirim ki? Sanırım bir biriyle zıt görüşte olan 2 filozfn ddiğinin ikisi de mantıklı gelebilir. çünkü hepsi kendi hayatlarının doğularını bulmuşlar, onu savunmuşlardır..İkisi de mantıklıdır. Çünkü zıttır ama ikisi de doğrudur -insandan insana göre değişir-



Bu tür ikilemler yorar insanı. Bu ikilemleri birbirine zıt hale getirmek de, aynı kapı haline getrmek de insanın belirleyeceği bir iştir.

Money money money

Aslında bizi, bize kavuşturan şeymiş para. Onun sayesinde yürüyebilmişiz, onun sayesinde kişiliğimizi bulabilmişiz, onun sayesinde kendimize gelebilmişiz, onun sayesinde ilerleyebilmişiz, onun sayesinde düşünebilmişiz... Doğduğumuz andan itibaren
buna başlamışız. İnsanlığımızın yeteneklerini paraya ulaşabilme anahtarı olarak şekillendirmişiz. Sayısız okula bunun için gitmişiz. Kişiliğimizi yaratmışız, sonra onu bulmak derdine sırf para için katlanmışız. Paradan çoğumuz nefret etmişiz, ama onu gelişebilme aracı olarak da görmüşüz.
Para kazanma derdinde hayatımızı o kadar hızlı harcamışızki, yarış başlamadan bitirmişiz. Kabul edelim, para bizi biz yaptı. Biz bir hiçtik.
Parayı kazandıktan sonra, para değil miktar için savaşmışız. Bu arada hak yemişiz, hak çalmışız. Emeğinin teriyle yükselen pek az kişi olmuş. Arada hayatın zevkleri için hobilerimizi belirlemişiz. Ama bir bakmışız sonra onlardan da banknotlar istemeye başlamışız. Birden kişiliğimizi kaybedivermişiz ve o gün, toprak üstümüze düşmüş zaten. Can Dündar'ın bir şiirinin sonunda şöyle diyordu ben de yazımın sonuna eklemek istiyorum;
'Yakında yayılacak çimler üstüne, hadi onlar yayılmadan, sen yayıl çimlerin üstüne'

2 Şubat 2011 Çarşamba

Hep onun seviyesine gelmek için uğraştım. onun izinde yürüdüm. onun dilinden olguya dönüştüm. çok teşekkür ederim. yeteneğini benle fedakarca defalarca paylaştığın için. Bunu bilmesen de ben biliyorum. Bu bizim sırrımız. 2 kişinin bildiği sır, sır değildir. zaten 'biz' kelimesi çift yazılmaz, tek hecelidir, tektir..
Çok teşekkür ediyorum sana. Hayatımda bir şeyi olsun, 'güzellikle damıttığın' için. Ben hırsız mı oluyorum bilmiyorum ama o kadar yücesin ki, kıskanıyor bu kalpler, eller, kalemler ister istemez cümlelerindeki ruhları 'kesik kesik soluyan' .
Yıllardır seni takip ediyorum. Sessizce. Belki de bir tanrı gibi. Hep takip ediyorum seni. Ben bir tanrıyım belki, sen de benim tanrımsın işte o kadar büyüksün gözümde. Her kelimeni ayrıştırarak incelemek.. her yazdığını defalarca okumak ve bir sonraki için sabırsızca beklemek. her gün şu lanet bilgisayrın başına geçip, mutlaka yazdıklarına yani ruhuna yani ruhuma bakmak. her gün. hiç bıkmamak.
Uyuşturucu etkisi mi bu bilemem.
Sen harika bir insansın unutma, mutlu ol, hep yaz, mutlu ol, yaz. Çünkü 'zamanın gösterdiği sayılarla sınırlıyız kelimelerle değil.'
sımsıkı tut elimi. hiç bırakma. sana o kadar ihtiyacım varki bir bilsen.
bir bilsen..
Sözleri olmayan şarkılar dinledim. Bu şarkılar kanatan içimi. Öyle güzelki.. Al sözlerini
sen oluştur dercesine.
Ben doluyum gel br de sen doldur içimi diyerek, fedakar ruhlu şarkılar
.
Yann tiersen.
Sen, kendini bana hiç gözüktürmeden aşık ettin, müziğinle. yani ruhunla.

1 Şubat 2011 Salı

Olmak istediğimiz gibi davrandığımız zamanlar bir adım atmış oluyoruz.
Bir adım daha istediklerimize.
Fakat biliyor muyuz, o yolun, olmadığını?
Kendimizden saklandığımız ve böyle mutlu olduğumuz zamanlar.
Aslında ne kadar haykırışlar topluyoruz, içimize.
Bir gün patladığında ise olmayan yoldan u dönüşü yapıyoruz.
Belki de kendimiz diye bir şey olmadığı için, kendimiz gibi olamıyoruz.
Değişmek istiyoruz, değişemiyoruz.
Gitmek istiyoruz, gidemiyoruz.
Kalmak istiyoruz kalamıyoruz.
Yapmak istiyoruz yapamıyoruz
Ya kendimiz engel çıkarıyoruz ya da başkaları.
Neyse. bazen binayı onarmak yerine yıkıp tekrar inşa etmek gereklidir.
Kim bilir, bir gün bir yerde karşılaşırız.
O gün, yeni tanışmış gibi
bir o kadar da tecrübeli,
yeniden şekilleniverir zaman.
Hoşçakal.

14 Ocak 2011 Cuma

o kadar uzaksın ki bana
sıfırın ötesindesin sen
sonsuzluğun sonundan düşmektesin
ben de sıfırın gerisinden sonsuzluğuna gelmek için geriden koşanlardanım
arada bir gün aynı yerde duracağız
tek farkımız
sen sıfırın ötesindesin ben gerisinde.