6 Aralık 2010 Pazartesi

Yalancı bir söz, yalancı cesaret demektir.

‘Dilimizin tam ucunda birikenler ve dudaklarımızın dışına çıkamayanlar… oradan doğduk. Aklımızdaki döngülerin esiriyiz.keşkelerin kurbanıyız …beynimizin içindeki anılarla döşeliyiz. ‘


Bay Kırmızı o gün kırmızı gömleğini giymişti. Karlı sokaklardan geçerken siniri nefreti yüzündendi ve nefreti de, hiçbir zaman olamayacağı yüzündendi.
Bay sarı, o gün kırmızı gömleğini giymişti.planlanmış gözden kaçışların sözünü tutacaktı. İyiliği kaybolacak mıydı? İyilik ne demekti? kasvetli ve hüzünlü bu dünyadaydı...iyilik,karanlık gölgeler üstünde gümüş pırıltısı beyazı kadar ferah bir şeydi.
Sonsuz evrenin sonluları arasında bir yudumluk bir zevkti belki de… İçildiğinde, özlemi kavuran ve geri dönüşü olmayan bir özgürlük çeşidiydi.

Yalancı bir söz, yalancı cesaret demektir.

İkna edilmiştik. Geceler, bir sonraki günü kolaylaştırmak için akıyordu. kesik kesik soluyan ruhlar, ortalığa saçılmış, Ruhlarda soluyan sigaralar, iklimi değiştirmişti.… Aldatılmanın verdiği his, sislerle karışmıştı.
Gözyaşı şeffaftı. Ruhun fotoğrafıydı. Sarı’nın yeşil gözlerinden dökülen yaşlar elinde tuttuğuna damladı.Gözler birbiri ardına yapılan senkronize olmuş hataların temsilcisiydi ve aralarında sürreal bir kovalamaca yaşıyorlardı.
‘buradan gitmelisin’ diye bir mırıldanma duyuldu.
Sokak, ruha sessiz geliyordu.Pencere vardı aralarında, avaz avaz bağıran bahar, çiçekleriyle doluşmuş dallarını pencereye tıklatıyordu. Sokağın sessizliği derin bir çığlıktı. Gerçek hayat aslında dışarıdaydı. Ayak seslerinde, garip müzikler eşliğinde. Fakat fırtınada esen rüzgarın içinde kurumuş yapraklar , hala israr ediyorlardı çaresizliklerine. Birden, o çığlıklar sustu. Sessizliğin çığlığı dindi. Çünkü tüm bunların arasını delice delen başka bir melodi fısıldadı kuşlara, yeşil gözler. Özgürlük, vicdanın parmaklıklarında hapsolacak kadar tehlikeli fakat insani olmayan duyguları insanlaştıracak kadar da rahatlatıcı bir intihardı aslında.
Bir silah sesi, umut şarkılarıyla geldi. Umut şarkıları güneşi sımsıkı tuttu, kapladı ve kuşlar kanatlarıyla bütünledi. O günden sonra bir daha güneşi gören olmadı. . .

Meşguliyetimiz, adaletimiz, umutlarımız, pişmanlıklarımız. Tüm bunlar, her gün yeni bir dilde doğar. Tüm bunlar, yeni bir alfabede hatırlatır kendilerini. Mecburiyetlerimiz bizi daha güzel yerlere götürecek sanki. Biz, tüm bunlarla uğraşırken ve mecburiyetlerimizi hatırlrken, hayatın tutsaklığına kendimizi o kadar bağlıyoruzki, Bir yol oluşturmak için, geleceğin kaygısında o kadar boğuluyoruz ki, zamanın son tik taklarında farkına varıyoruz gerçeği…Tüm bunlarla uğraşırken Aslında hiç yol almamışız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder